Yıllardır “Behemoth” dinlerim. Yıllardır da grubu elimden geldiği kadarıyla takip etmeye çalışırım. Benim için güzide bir grup olsa da hiçbir zaman en çok sevdiğim gruplardan biri olamadı. Bunun nedeni bence grubun kariyerinin çok dalgalı bir tabloya sahip olmasıdır. Black Metal ile başlayan müzik kariyeri sonrasında Blackened Death Metal’e evrildi. Black Metal zamanındaki albümleri bana göre çok etkileyici işler olmadı. Elbette yine belli bir seviyenin üstündeydiler ama öyle aman aman bir etkileyicilikleri olmadı benim için. “Grom, Satanica ve Thelema.6” gibi albümlerin her zaman güçlü bir yanı vardı. Fakat 2004’te çıkan “Demigod”tan sonra Behemoth’un evrimsel bir sürece girdiğini düşünüyorum. Bu albümden sonra ciddi anlamda Blackened Death Metal havasını bizler de içimize çekiyorduk. “The Apostasy ve Evengelion” ile de bu müzik türünü icra eden en sağlam gruplardan biri olup çıkmıştı. Evangelion sonrasında grubun lideri olan “Adam Darski” sahne adı ile “Nergal” lösemi hastalığına yakalanmış ve zor süreçler ardından bu hastalığı yenmişti. Behemoth’un devam edip etmeyeceği soruları havada uçuşurken 2009’da çıkan Evangelion’dan 5 yıl sonra, 2014 yılında, Behemoth’un tarihe geçecek en iyi albümü çıktı. “The Satanist” adeta Nergal’in küllerinden yeniden doğduğunu sembolize ediyordu. Sadece Blackened Death Metal türü için değil, çıktığı zamanın en iyi Metal albümü olarak gösteriliyordu. Ben de Behemoth’u ciddi anlamda The Satanist ile dinlemeye başlamıştım. Bu albümü öylesine çok beğenmiştim ki dinlemediğim tek bir günüm geçmiyordu. Bugün dahi bu albümü baştan sona dinlerim. Bugün dahi “Ben Sahar, Ora Pro Nobis Lucifer, Amen ve O Father O Satan O Sun” şarkılarının daha intrololarında tüylerim diken diken olur. Behemoth, The Satanist ile kariyerinde adeta yeni bir çağ açmıştı. The Satanist, mükemmel bir albüm olmuştu. Bu albümden sonra grubun işi çok zorlaşmış oldu. Çünkü en az bu seviyede bir albüm ve daha doğal olarak da bu seviyenin üstüne çıkacak bir albüm sunmak durumundaydı. Fakat olmadı. Gökyüzünün en üst katından yerin en sert yerine çakıldı Behemoth. 2018 yılında gelen “I Love You at Your Darkest” albümü The Satanist’i taklit etmeye çalışan, aynı beste yazım formülünü uygulayarak başarılı bir iş ortaya konulacağını düşünen Behemoth’un berbat bir işi olarak lanse ediliyordu. Albümü çıktığı ilk zamanlar o kadar üzücü bulmasam da zaman içinde ne kadar değersiz ve içi boş bir albüm olduğu gerçeğini sindirmiştim. Olmamıştı. Behemoth, The Satanist rüzgarını ILYAYD ile durdurmuştu. Bir de bu albümün adının dandik olması da ayrı bir olaydı. Hatta bu albümün içinde yer alan ve nispeten diğer şarkılara göre de dinlenebilir olan “God=Dog” şarkısı da yine dandik isme güzel bir örnekti. İlkokul bebesi gibi kelimeyi ters çevirip yazmak ve zorlama bir anlam yaratmak gibi bir saçma işe girişmişti Behemoth. Grubu bu albümün turnesinde İstanbul’a geldikleri zaman canlı olarak izlemiştim. Sahnede canavar gibiydi. Fakat o zaman dahi ILYAYD’tan çalınan şarkıların etkileyiciliği en düşük olanlardı. Bu albümden bir 4 yıl sonra daha yeni Behemoth albümü “Opvs Contra Natvram” geldi. Herkes bu albümün de bir başarısızlık eseri olduğunu düşünüyordu. Fakat ben o kanıda değilim. Çünkü bir önceki albümden gereken dersler çıkarılmış ve grubun kafasını toplayıp, potansiyelini en iyi şekilde göstermek için kolları sıvadığı bir albümdü benim için. Elbette efsanevi bir albüm diyemem. Hala The Satanist eşiği geçilmemişti ve muhtemelen de bu eşik geçilmeyecek. Yine de The Satanist sonrası gelen en güçlü albüm olmuştu. Benim için dinlemesi gayet keyifli bir albümdü. Elbette zamanlı bu albümü dinleme sıklığım düştü. Behemoth dinlemek istediğim zaman kendimi yine The Satanist’in kollarına atıyordum. Yine de Opvs Contra Natvram’ı ben güçsüz bir albüm olarak adlandırmıyorum. Şimdi ise aradan 3 yıl geçti ve Behemoth yeni albümü “The Shit ov God” ile bizlere merhaba dedi.
Yine dandik bir albüm ismi seçimi ile karşı karşıyayız. Öncelikle bunu söylemek istiyorum. Bu şarkı single olarak çıktığında albümün de adının bu olacağını bilmiyordum. Birkaç gün sonra öğrenmiştim. Bir şarkı için bile hiçbir iddiası olmayan ve hatta yine liseli dinsiz gençlerin tanrıya sövmesi gibi komik bir havası vardı bu ismin. İsmi bir kenara bıraktığımızda ise The Shit ov God şarkısını ilk duyduğum zaman Behemoth’un bir şeylerin altını kurcaladığını ve bu kurcalama sonucunda ciddi bir hazine bulduğunu düşündüm. Şarkı öyle efsanevi bir şarkı değildi. Hatta güçsüz bir şarkı bile diyebiliriz. Fakat şarkıyı dinlerken düşündüğüm ve hissettiğim şeyler oldu. Birincisi, sonunda Behemoth The Satanist sonrası ilk defa çok iyi bir prodüksiyon kalitesi ile şarkı kaydetmişti. Özellikle davulun bu defa çok güçlü bir sound ile varlık göstermesi, bası çalan “Orion”ın bas gitarın o çelik tellerini de sounda dahil etmesi beni gayet mutlu etmişti. Sonrasında ise Beste yazımına baktığımda ise grubun tekrar epik şarkı yazma standardına geçtiğini ve özellikle “Demigod” zamanından alışık olduğumuz bu beste yazım tarzını modernize ederek tekrar kullanması iyiye işaretti. Bu gibi şeyler bu şarkıyı değerli kılıyordu. Çünkü bu bir öncü atıştı. O çok belliydi. Bu yüzden de albüm çıkmadan başka bir single dinlememe kararı aldım. İyi ki de böyle yapmışım. Çünkü The Shit ov God yıllar sonra gelen o büyük hazineyi temsil ediyor. Behemoth, yıllar sonra sağlam ve etkileyici bir albüm yazmayı başarmış!
The Shit ov God, 8 şarkı ve sadece 38 dakikalık bir süreye sahip. İşte bu rafine albüm baştan sona epik bir hava estirmeyi başarıyor. Behemoth’u yıllar sonra böyle tehditkar görmek, her bir şarkısında o genomundaki dehşeti bizlerin ruhuna enjekte etmeye çalıştığını görmek beni çok mutlu etti. Doğrusunu söylemek gerekirse beklentimi öylesine alt seviyede tutmuştum ki karşıma böyle bir albüm çıkacağını hiç ama hiç tahmin etmedim. Evet, The Shit ov God şarkısında fırtına öncesi sessizlik hissediyordum ama bu derece bir kasırga beklemiyordum. Negal’in sonunda kendine geldiğini görmek çok ümit verici. Hem beste yazımlarında hem de vokal performansında resmen bir üst seviyeye atlamış. The Shit ov God’ın bu derece görkemli bir havaya bürünmesinin arkasında yatan birkaç şey var. Bunlardan biri sonunda şu koro eşlikçisinin ortadan kalkmasıdır (O Venvs, Come!’da olan çok hafif bir şey o yüzden onu da saymıyorum). Gerilim yaratmak ve ruhani bir hava katmak için Behemoth bu koro partisyonuna, çoluk çocuk sesine çok bel bağlamıştı. Bunun değişmesi çok iyi oldu. Albümün atmosferini belirleyen şey yıllar sonra şarkıların ta kendileri oldu. Yazılan besteler, davul atakları, vokal performansı ile Behemoth’un köklerine döndüğünü çok rahat anlıyorsunuz. Bu köklere dönme işi her zaman işe yarayacak diye bir kaide yok. Fakat örneğin “Nomen Barbarvm”un o güçlü beste yazımı ve nakarat kısmındaki o riffin ne denli ruha işlediğini görebiliyoruz. Tıpkı “The Apostosy”den bir şarkı dinlermiş gibi! Albümün her şarkısı benim için çok değerli oldu. The Shit ov God şarkısı bile albüm içinde başka bir güce, başka bir etkileyici forma bürünmeyi başarıyor. “The Shadow Elite” ile şahane bir açılış yapılıyor albüme ve bu şahane açılışı “ Sowing Salt” ile daha da coşturuyor Behemoth. Devamında da her şey katman katman epikleşiyor. Behemoth, bana göre bu yılın en iyi albümlerinden birini yapmış. Evet çok daha iyi albümler dinlemişimdir farklı gruplardan. Fakat Polonyalı bu dev grubun kötü gidişe Demokles’in kılıcını alıp dur demesi bence çok değerli. Her türlü övgüyü hak ediyor.
The ov God’ı dinlemekten büyük keyif aldım. Bu albümü uzunca bir süre dinleyeceğimi de biliyorum. Yıllar sonra The Satanist’te hissettiğim o hisleri hissettirdi bana. Yine The Satanist eşiği aşıldı diyemem ama bu albümünde hakkını teslim etmek gerek diye düşünüyorum. Bir sonraki yazıda görüşmek üzere, hoşça kalın!
Albüm Puanı: 9/10
Yorumlar
Yorum Gönder