Şöyle bir geçmişe bakıyorum da bazı grupları ne denli büyük sevmişim. Bazı grupları öylesine büyük bir etkileşim kaynağı olarak görmüşüm ki gitarı elime aldığı zaman tıpkı onlar gibi çalmak, üretmek istemişim. Bu durumun sadece benim başıma geldiğini düşünmüyorum. Eminim ki birçok kişi aynı duygularla coşmuştur. Fakat zaman içinde bu bizi etkileyen gruplardan geriye o kadar azı kalıyor ki buna şaşırmamak elde değil işte. Ben, kendim için konuşuyorum tabi ki. 2007 yılında Metal dinlemeyi alışkanlık haline getirmiş biriyim. Elbette beni etkileyen grup “Metallica” idi. Sadece beni değil 90’lı yıllarda veya öncesinde doğan insanları da etkileyen ilk grup Metallica oluyordu. Sonrasında daha farklı grupları dinleme hazneme kattıkça farklı tatlar almaya başladım. 2011 yılında ise daha çok “Black Sabbath, Candlemass, Motörhead” gibi ağır abileri dinliyordum. BU gruplar gibi müzik yapan başka gruplar var mı diye aranıyordum. “Ghost” mesela bu arayışımın sonucunda çıkmıştır karşıma. Sonrasında ise “Witchcraft” ile tanıştım. Witchcraft’ın “The Legend” albümünü ilk dinlediğim zamanı hala hatırlıyorum. Öylesine etkilenmiştim ki o albümden her gün dinliyor ve her gün de “Magnus Pelander”in sesine eriyip, bitiyordum. Hayatımın en özel gruplarından birini buldum diye seviniyordum. Ghost ile Witchcraft benim için yeni nesil Doom Metal ve Heavy Metal alaşımını çok iyi bir şekilde sergiliyordu. Bu iki grubu da baş tacı etmiştim. Fakat az önce ilk satırlarda da dediğim gibi bu gruplar geçmişte beni etkileyen gruplar olarak kaldılar ne yazık ki. Çok isterdim hem Ghost’un hem de Witchcraft’ın çok iyi şekilde yollarına devam etmelerini. Ghost, çok büyük bir pop-rock grubu olurken, Witchcraft ise ne yaptığı belli olmayan, sıkıcı şarkılar üreten alelade bir gruba dönüştü. 2014 yılında grubun 2012 yılında çıkan “The Legend” albümünü ilk olarak dinlemiş ve siteye yazmıştım (bu yazıyı da yeniden kaleme alacağım için burada linkini paylaşmıyorum). Sonrasında ise geriye dönerek grubun bütün albümlerini dinledim. “The Alchemist”in kalitesine hayran kalamadan edemedim. “Firewood”un Doom Metal için çok önemli bir yapıt olduğuna kalıbımı basmadan edemedim. Grubun kendi adını verdiği “Witchcraft” albümünün ise Doom Metal için oldukça görkemli bir giriş olduğunu sağda solda söylemeden edemedim. Fakat sonra işler garipleşme başladı. 2016 yılında çıkan “Nucleus” bu garipleşmenin ilk adımıydı. İşler öyle yumuşamıştı ki sanki popüler bir Pop Rock grubu veya Alternative Rock grubunun albümünü dinliyormuşum gibi hissetmiştim kendimi. Nucleus’u çok kez dinledim. Fakat hiçbir şekilde beni mutlu eden bir albüm olmadı. 2020 yılına, yani Covid-19 salgını yılına, geldiğimizde ise Witchcraft çok iddialı bir albüm ismi ile geldi. “Black Metal” adlı albümünü görür görmez elbette büyük heyecan yaşadım. Bu defa Witchcraft’ın Nucleus ile büyük bir hata yaptığını ve yumuşamaya bir son verip, ilk yıllarındaki gibi şahane sert şarkılarla oluşan bir albüm geldi diye düşünmüştüm. Fakat Magnus ve ekibi öyle bir iş yapmıştı ki ağzım açık kaldı. Bir akustik albüm geldi. Adı Black Metal olan bir akustik albüm geldi. Gerçekten büyük şaşkınlık vardı üzerimde ve bu albümden sonra artık Witchcraft’ın olaydan hepten koptuğunu düşündüm ve bir daha bu grupla işim olmayacağına karar verdim. Sadece ben değil grubun bu albümünü herkes yerden yere vurmuştu. Sanki Magnus’un egosunu tatmin etmek için ortaya konmuş bir müzikal çalışmaydı. Şimdi ise bir kez daha Witchcraft albümü dinlerken buldum kendimi. Black Metal kepazeliğinden sonra 5 yıl geçti. Güya Witchcraft’ın herhangi bir yeni albümünü incelemeyecek, eski, güzel albümlerle yoluma devam edecektim. Fakat içimdeki o keskin duygular yumuşamış. O yüzdendir ki bugün klavyenin başına Witchcraft’ın bu yıl çıkardığı “Idag” adlı albümünden sizlere bahsetme için oturdum. Bu kadar uzun bir giriş kısmından sonra şimdi gelelim yıllar sonra Witchcraft nasıl bir dönüş yapmış ondan sizlere söz etmeye.
Magnus'un o kadifemsi sesini sevmemek söz konusu bir seçenek değil. En azından benim için değil. Ürettiği müzik ile gerçekten çok iyi örtüşen bir sesi var. Bunun yanında bestekarlık tarafını da yabana atmamak lazım. Fakat grubun son 10 yılına baktığımızda Magnus’un Witchcraft’ın gidişinden sıkıldığını gösteren bir tutumu var sanki. Giderek etkileyiciliği düşlen Witchcraft albümleri, Doom Metal ve Heavy Metal esintilerin hepten yok olup gitmesi ve ortada sadece akustik gitarı ile gezen bir popüler müzik adamının olması gibi garip garip şeylere tanıklık ettik. Bu yüzden de Magnus’un Witchcraft’a eskisi gibi katkı verebileceğini düşünmüyordum. Özellikle Black Metal saçmalığından sonra Magnus’un kendi solo kariyerine daha çok odaklanacağını ve Witchcraft’ı da eski güzel albümlerle hatırlayacağımızı düşünüyordum. Sadece düşünmek de değil aslında, öyle olmasını istiyordum. Her ne kadar Nucleus ve Black Metal gibi vasat ve berbat iki albüm çıkmış olsa da önceki albümlerin hala tatmin etme seviyesinin yüksek olduğunu biliyordum. Fakat Idag ile bir kez daha Witchcraft’tan yeni bir şeyler duyacaktık. Albümü baştan sona 2 kez dinledim. İlk olarak şunu demek isterim ki Black Metal faciasının ikinci versiyonu değil. Daha ilk şarkıda, albüme adını veren Idag, bunu anlıyoruz. Fuzz yükle gitar distorsiyonu, tok bas tonu, tok bateri kaydı ile bir old-school Doom Metal havasını çok rahatlıkla alıyorsunuz. İlk şarkı böyle bir şekilde merhaba deyince elbette içimdeki o endişe denizi biraz olsun çekilmiş oldu. Sonrasında albümü dinlemeye devam ettikçe hep şahane bir şarkı dinleme umudu vardı içimde. The Legend’da olduğu gibi mesela. The Legend’da şahane şarkıdan geçilmiyordu. En azından bu albümde de biraz olsun öyle bir şeye tanıklık etmek istedim. Her şarkıda olmasa da 2 şarkıda bu hissi yaşamak istedim. Fakat olmadı. Bu albüme çok büyük övgüler dizenler olmuş. Black Metal’den sonra böyle bir albüm gelmesinden etkilenmiş olacaklar herhalde. Yoksa grubun diskografisinin içinde öyle aman aman bir yeri yok bu albümün bence. İçinde yine akustik şarkı da var. Bence oldukça kötü bir akustik şarkı hem de. “Christmas” adlı şarkıyı beğenemedim. Bu şarkının da büyük hayranları olmuştur. Fakat bence çok zayıf. Yazılan gitar riffleri ortalama seviyedeler. Diğer taraftan şarkıların içindeki riff sayısı da yetersiz. Bence bu önemli bir şey. Zaten fuzz seviyesi çok yüksek gitarlarla kaydedilmiş şarkıları dinlemek öyle kolay bir şey değil. Bir de hep aynı riffleri duymak daha da sıkıcı bir hal alıyor. Prodüksiyon kalitesi olarak dahi The Legend’ın arkasında kalan bir albüm Idag.
Witchcraft'ın ciddi anlamda silkelenip kendine gelmesi lazım. Eskiden neler yapmış olduğuna bir bakması lazım. Bu tür albümler hiçbir şekilde yeterli olmayacaktır. Ne yazılan rifflerde bir tat var ne şarkılarda bütünlük kavramı var. Magnus’un sadece vokal şovunu yaptığı bir albüm dinlemiş olduk bir kez daha Idag’ta. Ben bu albümü rafa kaldırıyor ve The Legend’tan “Ghosts House”u açıp dinliyorum. Hatta bütün albümü dinliyorum. Bir başka yazıda görüşmek üzere, hoşça kalın!
Albüm Puanı: 7/10
Yorumlar
Yorum Gönder